Kimse yargılayamaz seni, senin kendini yargıladığın kadar...

Kimse yargılayamaz seni, senin kendini yargıladığın kadar...

En ağır cezayı kişi kendisine verir. Kafanızı yastığa koyduğunuzda huzurla uyumuyorsanız bunu geçiştirmek için bir ilaç alabilir, koyunları sayabilir, içki içebilirsiniz. Ancak çözmediğiniz problemler uykunuzu kabusla böler.
Kabusunuzun size nasıl bir mesaj verdiğini dinlemek yerine unutmayı seçerseniz bir süre sonra kabuslarınız bile hatırlanmaz olur.
İnsanı temelde huzursuz eden problem değerli olmadığı inancıdır. Bir sınavdan başarısız olmak, borcunu zamanında ödeyemeyecek duruma girmek, diğeri kadar güzel dolayısıyla çağımızda pahalı her hangi bir mala sahip olamamak, diğeri kadar alkışlanan bir başarı gösterememiş olmak, diğeri kadar beğenilen bir görünüme sahip olmadığını anlamak, diğeri tarafından düşüncelerinin kabul görmediği bir yaşantı geçirmek ve bunun gibi durumlar insanı mutsuz edebilir.
Ancak bunlardan da daha huzursuz eden suçlu hissetmektir. Suçun tanımını dikkate aldığımızda, birisinin canına, malına ya da yaşamını oluşturduğu değer yargılarına zarar vermektir. Kişi bu şekilde bir davranış sergilediği için mi suçlu hisseder? Böyle olduğu zaman zaten bu çok sağlıklı bir durum olurdu. Birisine ya da kendisine zarar verdiği için suçlu hissetmek iyi bir erdemdir.
Kötü olan ortada gerçek bir suç olmadığı halde suçlu hissetmektir. Toplum öylesine çok kurala sahiptir ki, bu kurallara uymayan herkesi yargılar ve toplumun akışını bozmakla suçlar.
“İyi çocuk olup anneni babanı üzmeyeceksin.” Bu devam eden süreçte gelişir. “Kimseyi üzmeyeceksin.” Kişi kendisi için uygun olan bir şeyi yaptığında birileri üzülürse vay haline… İşte suçlu hissetmesi için önemli bir neden… Bunu destekleyen bir koca mahalle insana bile gerek yok iki kişi ayıplarsa kişi yeterince suçlu hisseder.
Bu durum her zaman çok vahşi olmayabilir. Karısını döven, tokat atarak çocuğunun kulak zarını patlatan, hayır dediği halde sevgilisiyle fiziksel gücünün üstünlüğünü kullanarak zorla ilişkiye giren, izinsiz başkasının malını alan ya da kullanan birini ayıplıyorsak ve o utanıp suçlu hissediyorsa bu çok uygun olur. Ama bizim gibi gelişmekte olan toplumlarda gücü az olanı ayıplamak gibi bir seçime tanıklık ediyoruz. Suçlu hisseden şiddete maruz kalan kişi oluyor.
Tecavüze uğrayan, dayak yiyen, azarlanan, aşağılanan kişi suçlu hissediyor. Güçlü olanı üzdüğü, ona istediğini vermediği için mi suçlu? Tepki verip kendini korumadığı için mi suçlu?
Sonuçta suçlu hissediyorsa ve geceleri uykusu kaçıyorsa artık bu kendi sorunu ve çözmek de ona düşüyor. Ezilme pahasına bildiği ortam ve davranış kalıplarından çıkıp kendini korumayı ve ifade etmeyi öğrenmesi gerekiyor.
Ancak bunu öğrenmesi için kişinin öncelikle kendisini otomatik pilota bağlanmış şekilde yargılamayı bırakması ve suçlu hissettiği konuda kendini şefkatle sorgulaması gerekiyor.
Sorgulamalı çünkü toplumun verdiği telkinleri alan kişi, bunları olduğu gibi kabul edip kullanmaya başlıyor. Biraz düşünmeye başladığında kendisine çok anlamsız gelen düşüncelerle hareket ettiğini fark edebiliyor.
Farkındalık en önemli adım… Ardından farklı bilgileri edinmek, farklı bakış açılarını anlamak gibi bir eğitim süreci devreye giriyor. Yetişkin bir insan bir çocuk gibi otoritenin her söylediğini kabul etmek zorunda olmadığı için, farkındalığını kazandıktan ve farklı davranış ya da düşünce biçimlerini öğrendikten sonra eğer isterse, değişebiliyor. Düşüncesini değiştirdiğinde duruma karşı duygusu da kendiliğinden değişiyor.
Suçlu hissettiği durumu tanımlamak ilk adım. İkinci adım bu durumda yaptığı davranışı ya da söylediği ifadeyi ne kadar uygun bulduğunu keşfetmek...
Diyelim uygun bulmuyor, bunun nedenlerini araştırmak üçüncü adım. O anda öyle davrandığı ya da söylediği halde bunun neden uygun olmadığını düşünüyor? Kendisi mi uygun bulmuyor, yoksa içinde taşıdığı toplum mu onu yargılıyor?
Kahkaha ile güldüğü için suçlu bulunur kadın… Cinsel ilişki yaşarken erken boşaldığı için suçlu bulunur erkek… Çocuk doğuramıyor diye suçlu bulunur kadın… Az para kazanıyor diye suçlu bulunur erkek…
Annenin babanın dediğini yapmadın suçlusun… Çocuğunun istediği kadar ona vakit ayırmadın suçlusun…
Söz verdiğin bir şeyden vazgeçtin suçlusun…
Suç mudur bunlar gerçekten?
Bir pot kırsan suçlusun…
Toplumun izin verdiği ölçünün dışında karşı cinse ya da kendi cinsine ilgi duysan suçlusun.
Birisinin, özellikle bir otoritenin beklentisini karşılamazsan suçlusun.
Otoritenin düşüncelerinin dışında bir şey düşünsen hele bir de bunu ifade etsen suçlusun.
Toplum suçluyor… Peki O toplumu duyduğumuz, dinlediğimiz, değer verdiğimiz zaman biz de kendimizi onlardan daha fazla yargılamış ve suçlamış olmuyor muyuz?
Bu kadar suçlu hissederken kendimizi değerli hissedebilir miyiz?
Bir düşünelim çok değer verdiğimiz birisini bu kadar rahat, kendimizi suçladığımız kadar fütursuzca suçlayabiliyor muyuz?
Değerli hissetmek için var olduğumuz hatırlamamız, derin bir nefes almamız, doğayı hissetmemiz yeterli…
İçinde bulunduğumuz toplumun değer yargıları sadece içinde bulunduğumuz coğrafyada ve zaman diliminde geçerlidir. “Doğru” dediğimiz her şey istatisliklere, doğaya, zamana ve mekana göre belirlenir. Göreceli bir kavramdır.
Kendi içimizdeki doğru ise bizi biz yapar. Kendi içimizdeki doğruyu anlamak için ise kendimizi dinlememiz ve anlamamız birinci koşuldur.
Doğru diye öğrendiğimiz her bilgi bize uymayabilir. Zekamız ve aklımız var ve geçmişte ya da hali hazırda edindiğimiz bilgileri sorgulayarak kendi doğrumuza ulaşma özgürlüğünden vaz geçmeyelim.
Kendi doğrumuzla hayatımıza devam ettiğimizde, içinde bulunduğumuz çevre bizi dışlayabilir. Ancak yeni çevreler oluşturma, bizim gibi düşünen insanlarla iletişim kurma özgürlüğünü kendimize verebiliriz.
Yargılanmak ve suçlanmak yeterince olumsuz ve kişiyi çökerten duygular oluşturur. Bari bunu kendimize yapmayalım ve bize bunu yapan insanlara sınır çizelim.

Sadece bize saygı duyan ve gösteren insanlarla bir arada yaşamak iç huzurumuza çok destek olacaktır.

Uzm.Psk.Dan.-Psikodramatist RÜYA TURNA 

Paylaşın:

Etiketler:

Sayfa Yorumları (0)
  • ...

Yorum Ekleyin