Bir Eczane Alegorisi

Algı  Psikodrama & Kişisel Gelişim ve Psikolojik Danışma Merkezi

bir eczane alegorisi : aflardaki antibiyotikler, dolaptaki pastiller... :)

 

"Pembeliler siz şu tarafa geçin"

"Yeşilli küçük olanlar siz de 3. sıraya geçip oturun. Kalabalıksınız, sırayı bozmayın."

Ne sırası, her şey herkes birbirine girmişti. Etraf mahşer günü gibiydi. Bu karmaşayı düzeltmeye güçleri yetmezdi, hepsi farkındaydı. Ama kalan son enerjileriyle yine de birşeyler yapmaya çalışıyorlardı.

Yoksa isyan etmeleri ve burayı komple terk etmeleri gerekecekti. Büyük Patron'a saygılarından, sevgilerinden ötürü onun diyarından gitmek gelmiyordu içlerinden. Her ne kadar onun sevgisini göremeseler de, onları esas gidecekleri yerlere O ulaştırsın, o zaman gelene kadar da burada olsunlar istiyorlardı.

"Liderim biz ne tarafa geçelim?" diye sordu kırmızılı olan.

"Bana liderim demeyin diye kaç defa söylemem gerekiyor size?" diye terslendi A. Kesici.

"Pardon liderim" Daha da kızararak devam ettirdi cümlesini: "Yani Sayın A.Kesici."

"Bak adımı biliyorsun işte. Ne lideri? Ben sadece ortalığa çeki düzen vermeye çalışıyorum."

"Ama siz buralarda en çok sözü geçensiniz. Büyük Patron en çok sizi seviyor, biliyorsunuz."

Büyük Patron'un adı geçince kalabalıktaki sesler kesildi. Derin bir iç çekiş aldı yerini.

A.Kesici fark etti herkesin enerjisinin düştüğünü. Müdahale etmek için girdi söze tekrar:

"Hayır öyle değil. Büyük Patronumuz hepimizi sever aslında. Ama sizleri yeterince tanımıyor. O nedenle herkese sadece benden bahsediyor. Hadi ama! Neredeyse sabah olacak. Tüm birimler hizalansın artık. Bu ne karışıklık?”

Bir sağa bir sola dönerek, ledlerle aydınlatılmış alanı düzenlemek için emirler yağdırmaya devam ediyordu:

"Depoda kimse kaldı mı? Kontrol edin. Varsa gelsinler buraya. 1 saat bile kalmadı kapının açılmasına. Hadi çabuk olun biraz"

Kalabalığın arasından, rengi solgun biri yaklaştı A. Kesici'nin yanına. Heyecanla başladı konuşmaya. Son günlerinin yakın olduğu belliydi:

“Biz yıllardır depodayız. Artık bizim halimize bir çözüm bulunmalı. Gönderin bizleri. Arkadaşlarım da ben de bıktık artık beklemekten. Bizi isteyenler var. Ya onlarla buluşturun ya da geri gönderin ki üzerimizde çalışıp iyileştirsinler bizi. Çürüdük kaldık bu karanlık odada.” Sinirle bitirdi cümlesini solgun renkli.

“Haklısın sevgili arkadaşım.” konuşmaya giriş şekliyle alttan alacağını belli etti A. Kesici. “Ancak bu ne benim ne de bizim birimin iş değil ki. O’nunla konuşmanız gerek.”

“Evet ama…” diye itiraz etti. “Büyük Patronun bizi dinlediği yok. Unuttu gitti bizi depoda. Geçen gün birisi sorduğunda, bizde onlardan yok, diyerek gönderdi. Bırakın bizim grubu önermesini, isteyenden bile saklıyor. Hem de neden? Hatırlamadığı, bizi önemsemediği için”

Hem depodan hem raflardan sesler yükselmeye başlamıştı şimdi:

“Ooooo bizim yüzümüze aylardır baktığı yok. Sonra geçip karşımıza diyor ki: Benim buradakiler hiç işe yaramaz. Varsa yoksa başka yerlerdekiler, başka markalar, başka eczanelerdekiler…”

“Evet evet. O bizi sevmiyor. Bizi doğru dürüst tanımıyor bile. İncelemiyor, ilgilenmiyor."

"İçimizden kimseyi beğenmiyor.” diye bağırdı, şeffaf gömleğinden içindeki renkli kıyafetleri belli olan.

"Siz yine iyisiniz" dedi kalabalık bir başka grubun temsilcisi. "Bir de benim ve ekibimin haline bakın. Eriyip bitiyoruz her gün öğle güneşinin altında. Hiç acımıyor bize. Yapıştık kağıtlarımıza sıcaktan. Bizi boş verin, hastaların midesini bozacağız artık bu gidişle. Söylesenize bize başka yer mi yok bu eczanede? Neden buradayız biz?"

"Beterin beteri var dostum" diye söz aldı mavi kutulu olan. "Ben tek başıma kaldım bu yeşillilerin arasında. Her gün güneşten yanmayı tercih ederdim. Kişiliğim kalmadı. Kimse görmüyor bunların arasında beni. Ahhhh ahh..."

“Bu yaşadığımız sıkıntının, eczanede sıkışıp kalmamızın tek nedeni O. Tek nedeni Büyük Patron.”

“Son çare O’nu terk etmek öyle değil mi?” Her zaman sessiz olan, medikal rafındakilerden biriydi bu defa konuşan.

Anlaşılan oydu ki burada isyan çıkmak üzereydi. A. Kesici (Ağrıkesici) eğer bu isyanı bastıramazsa Büyük Patron (Eczacı) bunun hesabını ondan soracaktı. Belki de onu ve arkadaşlarını buradan sürecek, ülkelerinden, vatanlarından başka diyara, başka eczanelere dağılmalarını emredecekti. Nitekim aylar önce şimdi yanlarında sığıntı gibi duran çok değerli dermokozmetik kökenliler, başka bir ülkenin, yani başka eczanenin vatandaşı değiller miydi?

A.Kesici, diğerlerinin isyanını bastıracak ve Büyük Patron Eczacı'nın onları sürgün etmesini engelleyecek bir çözüm bulmalıydı. Seslerini başka türlü duyuramayacaklarını anlayınca, Eczacı ile konuşmaya karar verdi.

İçlerinden bir güneş kremi, bir vitamin ve bir ateş ölçer olmak üzere üç tane sözcü seçti. Sabah olunca Büyük Patron'un yolunu gözlemeye başladılar.

Eczane'nin kapısını her zamanki gibi asık suratlı çalışan açtı. Kendilerine doğru yanaşıp yeşil renkli arkadaşlarını sertçe aldı raftan. Yeşil ilaç kendisine yapılan bu hareketten rahatsız olmakla beraber bir o kadar mutluydu sonunda işe yarayacağı hastasıyla buluşuyor olduğu için. Keyifle el sallayarak çıktı raftan.

Koşturmaca başladı. Kimileri hastalarla buluşuyordu. Ama büyük çoğunluk raflarında "bizi de çağırsınlar artık biz de gidelim" diyerek bekliyorlardı.

Nihayet öğle saatlerine doğru yüzü ilaçlara, kalbi eczaneden dışarıya dönük Büyük Patron Eczacı kapıdan içeri adımını attı.

A.Kesici, güneş kremi, vitamin ve ateş ölçer sırayla karşısında dikildiler. Bunu gayet doğal karşılayan Eczacı'ya dertlerini anlatmaya başladılar:

“Eczacım sen bizi sevmiyorsun. Neden bizimle hiç ilgilenmiyorsun? Son kullanma tarihlerimiz gelmek üzere. Burada hiçbir işe yaramıyoruz. Neden bizi, bize ihtiyacı olan insanlarla buluşturmuyorsun? Bizi burada unuttun gitti. Raflarda dizili durmaktan tozlandık, kir içinde kaldık. Yardımcın da sana benziyor. Bizimle ilgilenmiyor. Ancak bir hastanın gelip sorması gerekiyor. Bizse süslenip bekliyoruz sıramızın gelmesini. Ama bize sıra hiç gelmiyor, bak ama Ağrı Kesici öyle mi? Bu eczanenin lideri o. Herkese onu ve arkadaşlarını öneriyorsun. Bize neden değer vermiyorsun?” diyerek bir solukta tamamladı cümlesini güneş kremi ve ekledi:

“Beni önerseniz pek çok kişinin işine yarayıp, onları korurum üstelik. Beni, arkadaşlarımı düşünmüyorsun, bize değer vermiyorsun diyelim. Hastalarını da mı düşünmüyorsun? Bana ihtiyaçları var ve çoğu bunun farkında değil.”

Şimdi de küçük sarı vitamin bir adım öne çıktı olduğu raftan.

“Bizi unuttunuz Eczacım. Hal bu ki ben sana çok güveniyordum. Bizim birim bütün insanlara lazım. Ama sen yok sayıyorsun. Bize mobbing uyguluyorsun. Seni terk etmek istiyoruz artık.”

Sarı rengi, minik vücudu ile öyle şirin görünüyordu ki üzüldü eczacı bu şirin ilacın kırılganlığına.

En son ateş ölçer söz aldı:

“Ben ve arkadaşlarım bütün çocuklu ailelerin evinde olmalıyız. Ne işimiz var burada Eczacım? Bizi neden ön plana çıkartarak çocuklarla buluşturmuyorsun?”

“Eczacım…”

“Büyük Patron Eczacım…”

Her raftan ayrı bir ses yükseliyordu şimdi. İlaçlar bir ağızdan sesleniyordu:

“Bizi sev eczacım… Bize değer ver eczacım… Bizi gör eczacım… Bizi önemse eczacım… Bizimle ilgilen eczacım…”

....

Gözlerini açtı…

Afiyetle yediği salçalı makarna ve ayranın etkisiyle, eczanedeki masasının üzerine başını iki dakikalığına yaslamış, bir saat uyuyakalmıştı…

Başını kaldırıp, raflardaki ilaçlara baktı gülümseyerek. Onların seslerini duymuştu artık.

“Mesajınızı aldım” dedi sessizce.

“Uyanmak lazım. Kelimenin tam anlamıyla: UYANMAK. Hepinizle ilgileneceğim bundan böyle. Önce ben seveceğim ilaçlarım sizleri , tanıyıp öğreneceğim hepinizi tek tek ve sevgiyle buluşturacağım sizi ihtiyacı olan herkesle. Carl Gustav Jung’un sözü gibi:

'Dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır.'

Ben de içime baktım ve uyandım rüyam sayesinde.

Kurumsal Eğitim Danışmanı&Yaşam Koçu
Berna Turna Kara

 

Paylaşın:

Etiketler:

Sayfa Yorumları (0)
  • ...

Yorum Ekleyin